3 Eylül 2009 Perşembe

TIRMANILMIŞLAR...

2001 yılında, Han Tengri dağına yaptığımız tırmanışı yazmıştım. TAKOZ Dergisinde, iki bölümde yayınlanmıştı. Aşağıda tekmili...

BİZ GEÇENLERDE TİEN SHAN’DA TIRMANIŞTAYDIK I.BÖLÜM

1995 ve 1996’da dağcılık federasyonuyla yaptığımız Elbrus ve Khan Tengri tırmanışlarından sonra bu işin, yani yüksek irtifa tırmanıcılığının tam da bizim ODTÜ ekolü işi olduğuna karar vermiştik. Alpinist değil de daha Himalaya tarzı belki de. ODTÜ’de dağcılık eğitimlerinin önemli bir parçası olan tırmanış etkinlikleri benzer tarzda düzenlenir: kalıcı bir kampınız vardır (anakamp) ve ekipler örneğin bir haftalık bir süre boyunca bölgedeki zirvelere çeşitli rotalardan tırmanışlar yapıp kampa dönerler. Bu tür tırmanışlar düzenlemek, büyük ekipler için plan yapabilme, rotaları belirleme, zamanlama, koordinasyon ve örgütlü hareket edebilme yeteneklerini geliştiriyor. Bir de insanda ekip alışkanlığı yaratıyor! Örneğin üç dört kişilik tırmanışlarda “Yahu biz birini mi unuttuk bir yerde” diyesiniz geliyor! İşte “ekspedisyon” tarzı yüksek irtifa tırmanışları bizlerin bu alışkanlıklarına çok uydu kanımca. Dağa kalabalık gitmek “teknik” açıdan ya da “artistik” açıdan çok da fiyakalı gözükmemekle birlikte, olağanüstü bir birliktelik, güven ve tatmin duygusuyla dönmenizi sağlıyor.
Bu yaz, yani Temmuz Ağustos 2001’de 13 kişilik bir ekiple Tien Shan’da yaşadık bu duyguları. Yüksekteki Kadınlar projemizin[i] antrenman tırmanışı niteliğinde bir etkinlik planlamak istedik ve tüm ekip için en çekici yerin Tien Shan’lar yani Khan Tengri ve Pobeda olduğuna karar verdik. Ekipten ben ve Serhan Khan Tengri’ye daha önce tırmanmıştık (hatta Serhan iki kez çıkmıştı) ve bunun tırmanış organizasyonu açısından çok yarar sağlayacağını düşündük.

“Müşteri Değil Dağcıyız”
Tırmanışın şehirdeki hazırlık aşamaları başlıbaşına bir yazının konusu olabilecek kadar yoğun ve yorucu geçti. Bizler, projenin sahibi “garılar” olarak sponsor bulmak için görüşmeler yaparken aynı zamanda Tien Shan ekibi olarak da sık sık toplanıp, malzeme, antrenman planı, psikolojik hazırlık, mali konular vb. üzerine toplantılar yapıyorduk. Bunların yanında bir yandan da Kazakistan’daki şirketlerle yazışmalar yapıp Türk usülü pazarlık yeteneklerimizi sergiliyorduk. Bize Avrupalı turist şeklinde davranan şirketlere “bakın izah edelim, biz paralı müşteri değil çulsuz sporcularız!” yollu elektronik postalar yolluyor, eskinin sıkı Sovyet sporcularından yeninin açıkgöz tüccarlarına dönüşmüş şirket sahiplerini tavlamaya çalışıyorduk. Şirket pazarlıkları açısından fena sonuçlar elde etmedik sayılır, Almatı’ya ulaşımımız dışında ulaşım, anakamp hizmetleri, anakamp yemekleri falan dahil insaflıca bir fiyata anlaştık. Tek sorunumuz ekibin sürekli değişiyor oluşuydu. Gerçi bu tür kalabalık tırmanışlarda alışık olduğumuz bir şeydi bu, herkesin son dakika işi, derdi, keyfi vb.si çıkabilirdi, bu kez bu olağan belirsizliklerin üzerine, para sorunları ve izin sorunları da eklenmişti, zira sponsor bulamıyorduk ve etkinlik tam bir ay sürecekti. Tırmanışın maliyetini düşürecek her yolu denemeye başladık, yurtdışı pazarlıklar bir yandan yürürken yiyecekleri toptancıdan alıyor, emniyet malzemelerimizi kendimiz imal ediyorduk! Tek olumlu gelişme THY’nın biletleri bize sağlama olasılığıydı, ne de olsa Sayın Devlet Bakanı Sayın THY Genel Müdürüne pek Sayın bir yazı yollamış biz Sayın sporcular için bilet sağlanmasını istemişti. Sonuç olarak THY “sayma” konusunu farklı yorumladı ve bize sadece cüzzi bir miktar indirim bahşetti. Bir yandan hepimiz parasızlıktan kırılıp artık kumbaralarımızı açmaya başlamış durumdayken, Yüksekteki Kadınlar projesi adına biz pek havalı güzeller aman ne demeçler veriyorduk!!! “Bizzz Yüksekteki Kadınlar…………. Projemizin iki boyutu………Neden Everest derseniz………Bu hazırlık tırmanışının önemi………” Sonuçta yüksekteki kadınlar moral olarak dibe vurmuş bir şekilde ama yiğitliklerine insan pisliği sürdürmeden destek aramaya devam ediyordu. Tırmanışa bir hafta kaldığında artık hayatın gerçekleriyle karşı karşıyaydık, en derin, en içten, en kaygılı, en haset, en ilgisiz, en her tür manevi desteğimiz tamamdı da maddi destek yine sevgili dağcı arkadaşlarımızdan ya da ailemizden aldığımız borçlar bağışlar vb. olarak kaldı.

Kaç Kazma Kaç Krampon Kaç Rulo Tuvalet Kağıdı Kaç Scrabble Kaç Kişilik Ne? Kaç Kaç Kaçıııın!
Artık yumurta kapımıza gelmişken bu sefer de son hazırlıklar telaşımız başlamıştı. Devir listeler devriydi: teknik malzeme listesi, tırmanış için yiyecek içecek listesi, ilaç ve ilk yardım malzemeleri listesi, ana kamp için keyif malzemeleri listesi, ara kamp malzemeleri listesi, kişisel malzeme listesi, ekip ortak malzemeler listesi, sporcu listesi, alacaklılar listesi, gitmeden aranacaklar listesi, basın duyurusu listesi vesaire vesaire. Ara sıra bu ekip ruhu işini biraz abarttığımızı düşünmedik değil! Hepimiz yaptığımız her planlamada 13 kişilik düşünür olmuştuk. Ekipteki herkesin bir ayda kaç rulo tuvalet kağıdı tüketme potansiyeli olduğundan, hangi tür kazma ile daha rahat tırmanacağına, her ayrıntıyı konuşuyorduk! Listeler tam hız devam ederken, son haftalarda bir başka devir daha başladı, o da kutlama ve partiler devri. Eeee ne de olsa morale ihtiyacımız vardı! Her fırsatta toplanıp son gergin günleri ortak gevşetiyorduk. Bora ABD’den geldi koşun partiye, 1996’nın Tien Shan dialarını izlemek gerek hadi toplanalım, Erdem hoşçakalın yemeğine davet ediyor haydi yiyelim! Bu zevkü safa devri de uzun sürmedi ve hurçların hazırlanması, malzemelerin kontrolü, telsizlerin düzenlenmesi son dakika işleriyle dolu bir hafta geçirerek hazırlandık. Tüm bu işleri elbette bir işbölümüyle sürdürdük ki bundan bahsetmeden geçemiyeceğim göğüsler kabarttık gerçekten. Her bir ekip üyesi bir işe bulaştı ve halletti, böylece tüm ekip aynı ölçüde gergin ve yorgun başladı işe!!!!

Garip ama Gerçek Sonunda Uçuyoruz
Yolculuğumuzun ilk günü inanılmaz ölçüde iyi başladı. Tüm malzemelerimiz tamamdı. Sevgili Toros’un bizler için diktiği yakışıklı laci hurçlarımız pek havalı gözüküyordu ve sorunsuz bir şekilde hurçlarımız bizler ve yolcu etmeye gelen kitle buluşmuştuk. Herşey zamanında hatta zamanından önce hallolmuştu, havaalanına varmadan önce bir çay bahçesine oturup tüm dostlarla sohbet etmeye dahi vaktimiz oldu. THY yollarından aldığımız taş gibi %20lik indirim cebimizdeydi. Dile kolay yüzde yirmi!!! Mutlu ve huzurluyduk anlayacağınız. Havaalanına geldiğimizde 26 hurcumuzu bankonun önüne dizdik, biletlerimizi çıkardık, bizleri yolcu etmeye gelen dostlarımızla vedalaşmaya başladık. Hata ettik elbette, sanki dağcılığın ne zor bir spor olduğunu bilmezmiş gibi işlerin yolunda gideceğini ummuştuk! Bagajlarımız 700 kilo geliyordu, THY’nin indirim kağıdında bu kadar fazlalık yazılmamıştı ama tabi en önemlisi o gün sorumlu olan THY görevlilerinin keyfi yoktu ve fazla bagaj parası vermemiz gerekiyordu! Sabahtan beri son günlerin en gevşemiş yüz ifadelerine sahip bizlerin bir kez daha kaşları düştü ve yeni bir pazarlık çilesi başladı. Bir yandan THY görevlisini ikna etmeye çalışırken diğer yandan telefon rehberlerimizdeki “önemli” numaraları arıyor maalesef alışık olduğumuz bir ruh haliyle insanlara ne zor durumda olduğumuzu anlatmaya çalışıyorduk. Olmadı, son bir darbe ile fazla bagaj parasını da ödedik ve pek değerli THY indirimimizi THY’ye iade ettik! Uçağa bindiğimizde pek azımız aslında spor amaçlı olarak Kazakistan’ın Tien Shan dağlarına gidiyor olduğumuzu düşünüyordu eminim. Kafamız daha çok ülkemizin değerli kurumlarına sevgi dolu hislerimizle, borçlarımızı nasıl ödeyeceğimizle, Kazakistan’da iltica yolları aranıp aranamayacağıyla vb. dolup taşıyordu. Bizi yolcu etmeye gelen dostlarımızı da şöyle içten kucaklayamamıştık bu kargaşa içinde.

Velkam tu Kazakstan Republikası!
Gecenin geç bir saatinde Öz törkişeyirlaynz turizmin dehşet verici yolculuğunu atlatmış olarak Almatı’ya vardık. Pasaport işlemlerimizden sonra 26 eşek ölüsü hurcumuzu ve diğer bagajlarımızı el arabalarına yükleyip çıkışa yöneldik. Tek korkumuz ya bizi karşılamaya gelen yoksa idi! Hayır korktuğumuz olmadı anlaştığımız şirket görevlileri karşılamaya gelmişlerdi. Hurçlarımız sevimli küçük bir minibüse bizler de başka bir minibüse binip, otelimize geldik. Ekipten Hakan kuzeninin düğününde “kamber” olduğundan bir gün sonra geliyordu bu yüzden bizim Almatı’da boş bir günümüz olacaktı. Bir kaç saat mışıl mışıl uyuyup ertesi gün önce kahvaltı sonra da şirketimize ziyaret planları yapıp yattık. Ama uyumak ne mümkün, haftalardır en az on üç kişilik kafayla yatıp kalkmaya alışmış olan biz zavallılara tek kişilik odalar ayrılmıştı, yalnızlığa alışana kadar kalkıp balkondan yan odaya seslenip “benim odada tv’de var”, koridora çıkıp “sen yatarken ne giyeceksin?” gibi bahanelerle birbirimizi kollayarak sabahı ettik! Almatı’da ilk günümüz fena sayılmazdı, önce şirketimize gittik, tüm etkinlik planını konuşup kararlaştırdık parayı verdik ve ertesi gün yola çıkmak üzere ayrıldık, günün kalanında da haritamız elimizde şehri gezdik, Türkiye büyükelçiliğine gittik ve otele tek kişilik odalarımıza döndük! Akşama Hakan da aramıza katıldı. Sonraki gün sabahtan hurçlarımızı bir arabaya yükledik, yolladık ve kendimizin gideceği arabayı beklemeye başladık. Gerekli izin işlemlerinin uzaması nedeniyle bu bekleyişimiz yaklaşık altı yedi saat sürdü, biz de bu arada tanımadığımız bir ülkede ilk defa karşılaştığımız ve saatlerdir ortada olmayan bir şirkete tüm paramızı ve tüm malzememizi teslim etmiş olmanın iç huzuruyla oyunlar oynadık!!

Sırtımızda Çantamız Kucağımızda Tencere Helikopterdeyiz
Almatı’dan akşamüstü ayrılıp yedi sekiz saatlik yolculukla Akkol’a ulaştık. Akkol kampının kendisine ulaşmamız ise on kusür saat sürdü çünkü Kırgızıstan sınırında güneşin doğup horozun ötüp sınır subayını uyandırmasını bekledik! Tien Shan’da sezon yeni açılıyordu, Akkol kampı da yeni oluşturulmuş durumdaydı. Kampta kocaman bir bina içinde mutfak, yemekhane, bar! Görevlilerin kaldığı mekanlar vardı. Dışarıda da gelecek dağcılar için çadırlar hazırlanmıştı. Orada kamp sorumlumuz Leonid’le onun çevirmeni ve asistanı olarak çalışacak Alyona’yla tanıştık. Leonid yün kazağı, eskimiş askeri pantolonu, kepi, elinde notlar aldığı dosyası ve burnunun üzerine düşmüş yakın gözlüğüyle ilk bakışta sert bir kamp müdürü havası yaratıyordu. Bu sert görünüşlü adamın bol içki içen sevimli ve insancıl yüzünü keşfetmemiz ise çok zaman almadı. Leonid bize güney İnilçek kampının henüz oluşturulmamış olduğunu istersek bir gün akkol kampında kalıp yukarısının hazırlanmasını bekleyebileceğimizi, yarı kendi İngilizcesiyle yarı da Alyona’nın çevirisiyle anlattı. Biz de bir an önce yükselmek istediğimizi ve kampın kurulmamış oluşunun sorun olmadığını, idare edeceğimiz ve hatta kamp kurulmasına yardımcı olabileceğimizi söyledik. Leonidin bu yanıt üzerine gözleri parladı, “Strong Alpinist strong strong”[ii] diyerek Serhan’ın sırtını Türk usulü yumrukladı. Söylediğine göre oraya gelenler turist gibi davranıyormuş hep ve doğal güzellik seyretmeyi, hazır kamplara kurulmayı tercih ediyormuş, işte sonunda gerçek dağcılar gelmiş!!! “Gerçek dağcı” bizler böylece ana kampın tüm malzemesiyle birlikte helikoptere binip 4200metredeki kampımıza uçtuk. Helikopter ilerledikçe yeşil tepeler karlı dağlara, nehirler buzula dönüştü, Tien Shan’ın büyülü ortamı tüm ekibi sardı ve yuvarlak helikopter pencerelerine burunlarımız yapışmış bir şekilde kucaklarımızdaki tencerelere sarılıp etrafı seyre daldık. Sezon gerçekten yeni açılıyordu, o kadar ki anakampa indiğimizde henüz ana kamp yoktu!
Biz bu durumu son derece Polyanna tavrıyla değerlendirdik ve yükseklik hastalığına yakalanmayı önlemek için hareket etme gerekliliğini birbirimize telkin ederek işe koyulduk. Mutfak malzemeleri,kap kacak, kepçeler, koca koca et parçaları, soğanlar, banyo çadırı için kazanlar, müşteri çadırlarının tenteleri, yatak döşekleri… aklınıza ne gelirse hepsini helikopterin indiği yerden kamp alanına taşıdık, upuzun yemek masalarını kerestelerden çaktık, moren taşlarını düzenleyip çadır yerleri hazırladık, tuvalet kabinlerine yer hazırladık, su pompasının yerini kazdık vesaire vesaire. Biz tüm bu işleri yaparken Khan Tengri arada bir bulutlar arasından kafasını uzatıp bakıyordu, henüz kendini aşığına cömertce göstermeye razı olmayan nazlı kız misali!! Anakamptaki o ilk gün gerçekten farklıydı, kamp personeliyle birlikte çalışıp, birlikte yorgunluk çayı içmek anakampı daha bir sahiplenmemizi sağladı. Artık kendimizi gerçekten de müşteri gibi değil, dağcı gibi hissediyorduk. Hem de önemli bir deneyim kazanmıştık, hepimiz yüksek irtifa ekspedisyonları için anakamp nasıl kurulur, neler gereklidir öğrenmiştik.
İki gün içinde kamp hemen hemen tamamen hazırdı. İkişer ya da üçer kişilik çadırlarımıza yerleştik. Yaklaşık bir ay boyunca huzur mekanımız burasıydı! Başuçlarımıza kitaplarımızı yerleştirip, pijamaları yastık altına koyabilirdik.

Veee Perde!
Anakampın kurulmasına yardımcı olup, iki günü 4200mde geçirdikten sonra, artık Khan Tengri için yola çıkmanın zamanı gelmişti. Teknik sorumlumuz Serhan alışılagelen tırmanış planlarından daha farklı bir strateji denememizi önermişti ve ekip olarak tek etapta zirveyi zorlamaya karar vermiştik. Yedi günlük malzememizi yanımıza aldık ve yavaş yükselerek kamp atlamadan ama geri de dönmeden tırmanmak için yola çıktık. İnilçek üzerindeki ilk kamp 4300m.deydi, yani yükseklik olarak anakamptan farklı sayılmaz. İlk gecemiz o yüzden neşeli ve rahat geçti. İkinci kamp için sabaha karşı yola çıkarken ileride pek çok kez yineleyeceğimiz çıkış öncesi hazırlıklarını söylene söylene yapıyorduk. Gecenin ortasında uyan sıcacık tulumunu göz göre göre aç ki içine soğuk hava dolsun! Ocağı yak suları ısıt, en tatlı rüyalarını görme saatinde olmana rağmen ağzına bir şeyler tıkıştırmaya çalış, aman ha yeterince sıvı almayı ihmal etme, çıkış için sıcak içecek hazırla, atıştıracak birşeyleri çantanın üst gözüne koy, içliklerinin üzerine ikinci katlarını giy, eldivenin beren tamam mı? Salopedinin askılarını hemen takma daha sabah çişini yapmadın! Tozluklarını tak, kaskın kafanda mı? Fenerinin pilleri ne alemde, hadi hop dışarı, çadırın kazıkları buz tutmuş kazmanı kullan! Tenteyi katla direkleri topla, çantanı onuncu kez yeniden aç yeniden kapa. İp grupları oluşsun ipe gir, kramponlar tamam mı? E öylese hadi uğurlar ola!
Birinci kamptan sonra Smirnovski etabı başlıyordu. Khan Tengri tırmanışının en sevimsiz kısmını işte burası oluşturur. Göresel açıdan gerçekten büyüleyici olmasına rağmen her an tepenize inebilecek serakların arasından geçip, arzın merkezine seyahat hayallerinize yardımcı olabilecek derinlikte çatlakların üzerinden hoplamanızı gerektiren bir rotadır. Çantalarımızın gerçeküstü ağırlığı ve henüz yükseğe uyumda işin başında oluşumuz düşünüldüğünde hiç de fena olmayan bir tempoyla 5000m.ye ulaştığımızda, ikinci kampa 300-400mlik bir tırmanışın olduğunu acı içinde farkettik. Sezonun Simirnovski buzuluna ilk ayak basan ekibi oluşumuzun gururu iyi güzeldi ama bu aynı zamanda tüm izi bizim açıyor olmamız ve rotayı çıkarıyor olmamızı da getiriyordu. Rotayı açmak demek, ana çatlakları bulmak ona göre iz açmak, çığ potansiyellerinden uzak ve tırmanışa uygun geçişleri yaratmak demekti. Bir sonraki gün devam etmek üzere bu zorlu tırmanışa o günlük ara vermeye ve güvenli gözüken 5000m.deki yerde kamp atmaya karar verdik. Kamp yerimiz güvenli sayılırdı ama üç gün için değil!!! Khan Tengri bu yıl yüzümüze gülmemeye karar vermişti ve ilk mesajını ikinci kampımızda yoğun kar yağışıyla gönderdi. Çadırlarımız kara gömülmüş bir halde geceyi geçirirken, tepemizdeki yamaçlarında aynı oranda karla yüklendiğini düşünmek pek içaçıcı değildi. Serhan bu durumu değerlendirip hemen arkamızdaki yamaca mağara kazmak üzere ekibi uyandırdı ve yağış altında dönüşümlü çalışarak, mağara değil ama sığınak benzeri bir yer kazdık sabaha kadar. Çadırları yeni yerlerine taşıyıp günü çadır içinde geçirdik. Ertesi gün beş kişilik bir öncü grup iz açmak ve rotayı oluşturmak için keşfe çıktık, labirente dönüşmüş buzul üzerinde çığlarla ve çatlaklarla köşe kapmaca oynarcasına iz açtık. Sonraki gün bu kez kampın tümünü yukarı taşımak için hazırlanırken, sabah mahmurluğumuz büyük bir gürültüyle kesildi. Çadırların dışında olan Elif’in gözleri hızla büyürken, “bize geliyor” çığlığıyla çadırın içine atlayışını anlamadan seyrettik. Konuyu anlamamız çok kısa sürdü zira çığın parçaları çadırların üzerine yağıyordu. Çığın insanı boğabilecek tozundan korunmak için çadırları sıkıca kapamıştık ama büyük parçalar için yapılacak çok şey yoktu. Umutsuzca çadırı içeriden destekliyor, direklerin kırılmasını önlemeye çalışıyorduk. Bu gelen nasıl birşeydi, henüz öncü dalganın içinde miydik, daha büyüğü gelecek miydi, çadır gömülüyor muydu, tabakalar gelir miydi? Sinir bozan bekleyiş bir süre sonra bitti. Çığ durmuştu, çadırlar sağlamdı, herkes iyiydi. Tırmanış devam edebilirdi.



[i] Everest'e Türkiye'den ilk kadın tırmanışını hedefleyen Yüksekteki Kadınlar Projesi, 2001'de başlamıştı. Hedef, 2006 yılında Türkiye Everest Tırmanış takımından 4 kadın dağcı ile gerçekleştirildi.
[ii] Güçlü dağcı. Alpinist kelimesi tüm eski Sovyet topraklarında ve eski doğu blokunda daha başka pek çok yerde olduğu gibi tarzından bağımsız olarak dağcı anlamında kullanılıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder